CİNAYET, SUİKAST VE EŞKIYALIK

Görsel

CİNAYET, SUİKAST

VE EŞKIYALIK

 

Prof. Dr. M. Tâhir bin Âşûr

 

İslam hukukunun hadleri, kısası, ta’zîri ve cinayet erşlerini (diyetlerini) düzenlemesinde gözetmiş olduğu gayeler başlıca üç kısımdır: 1) Caninin uslandırılması (te’dibi), 2) Mağduru razı etme, 3) Suç işlemeye yeltenmek isteyen kimseleri niyetlerinden caydırma.

(…)

Ukûbat (ceza hukuku) alanında hukukun ikinci gayesi, mağduru razı etmektir. Çünkü insan tabiatında, kendisine kasden tecavüzde bulunan kişiye karşı aşırı bir kin, hata yolu ile tecavüzde bulunana karşı da bir öfke duygusu vardır. Bu duygu, kendisini intikam almaya sürükler. (…) Mağdur ya da taraftarları intikam almaya fırsat ve güç bulduklarında, derhal harekete geçer ve öçlerini alırlar. Fırsat ve güç bulamadıkları zaman da kin ve öfkelerini içlerine gömerler ve buldukları ilk fırsatta intikam almaya koşarlar. (…) Bu durumda, hukukun gözettiği gayelerden biri de, mağduru razı etmeyi bizzat kendisinin üstlenmesi ve süregelen kin ve intikam duygularının ortadan kaldırılması için bir had getirmiş olmasıdır. Hz. Peygamber s.a.s. Veda Hutbesi’nde “Cahiliye dönemi kan davaları kaldırılmıştır” buyurmuştur.

Adaletin gerçekleşmesiyle birlikte, mağdurun da razı edilmesi gayesi, insan tabiatında bulunan intikam duygularının yatıştırılmasına yöneliktir. Bu yüzden hukuk, kısasta, hâkim karar verdikten sonra, kâtili, maktûlün velilerine (yakınlarına) teslim ederek, bu cezanın infazı yetkisini onlara vermiştir. Veliler, hâkimin gözeteminde, kâtilin elindeki bir iple onu kısas cezasının uygulanacağı yere çekerler (ki buna “kaved” denilir); böylece Cahiliye döneminde yaptıkları şekilden oldukça uzak, gayet nezih bir şekilde, fakat zahiren de ona benzer bir hava vermek suretiyle içlerini kemiren kin duyguları teskin edilmiş olacaktır. Hukuk nazarında bu mana, yani mağdurun teskin edilmesi gayesi, caninin uslandırılması, terbiye edilmesi gayesinden daha önemlidir. Bu yüzden, her iki gayeyi de gerçekleştirmenin sözkonusu olamayacağı durumlarda, mağdurun razı edilmesi gayesi tercih edilir. Bu durum, kısasta sözkonusudur. (…)

Bütün bu hükümler, eşkiyâlık (hırâbe) anındaki öldürme ile tuzak kurarak öldürme (gayle) dışındaki cinayet hadiselerinde geçerlidir. (…)

Üçüncü gaye ise, suç işlemeye yeltenmek isteyen kimseleri niyetlerinden caydırmadır. (…)

Bu üçüncü gaye, bütün ümmetin ıslâhıyla ilgilidir. (…) Ancak toplumun caydırılması, âdil olmayan bir yolla sağlanamaz. (…) Bazı hallerde mağdurun suçluyu affetmesi [kısas yerine diyete razı olması] nadiren olacağından, cezanın uygulanmasının caydırıcı fonksiyonunu ortadan kaldırmış olmaz. Bu, cinayet işlemek isteyen kimsenin aklına, düşündüğü cinayeti irtikap fikri geldiği zaman, “Nasıl olsa beni de affederler” gerekçesine dayanmasını da ortadan kaldırır. Bu yüzdendir ki hukukun, hırsızlık, sarhoşluk ve zina suçlarında olduğu gibi, belirli kişilerin hakkı sözkonusu olmayan suçlarda, affı kabul etmediğini görüyoruz. Çünkü, af sözkonusu olmayan bu tür suçların irtikabında, kamu düzeninin ihlali, bizzat hukuk düzenini ortadan kaldırmaya yönelik bir girişim vardır. Hırâbe (eşkiyâlık) da böyledir. Tuzak kurarak öldürme suçunda ise, maktûlün velilerinden affın kabul edilmemesi [diyetin sözkonusu olmaması, mutlaka kısas yapılması], cinayetin alçakça işlenmiş olmasından dolayıdır. Hırâbede eşkiyanın ele geçmeden önce tevbe etmesi durumunda, tevbesinin kabul edilmesi, güvenliğin sağlanması için aşırı bir çaba gösterilmesinin, emsallerinin onu örnek almalarını ve böylece teslim olmalarını teşvik etmenin bir sonucudur.

*

(M. Tâhir bin Âşûr, İslâm Hukuk Felsefesi, çev. Vecdi Akyüz ve Mehmet Erdoğan, İstanbul: İklim Y., 1988, s. 326-329.)

*